16 Şub 2009

Aşk Anları...

16 Şubat 2009




Her şeyden sıkıldığımız günler olur hani… Hiçbir şey yapmak istemeyiz o zamanlarda… Sürekli, zevk alarak yaptıklarımız artık işkence gibidir, kalkıp bir yere gidemeyiz, çok zor gelir… Yorganımızın altında gereksiz dönüşler yaparız, dünyanın hızıyla yarışırız… Televizyonun karşısında değişik pozisyonlarda otururken algısızca değiştiririz kanalları, ne seyrettiğimizin farkına varmayız durduğumuz sırada… Buzdolabının içindekileri ezberlediğimiz halde, gözden kaçırdığımız bir şey olup olmadığına defalarca bakarız, hiç birini çekmez canımız… Bilgisayarın karşısına otururuz, normal bir zamanda saatlerimizi geçirebilecekken, yapacak bir şey bulamayız… Yatağımıza geri döneriz, gözlerimizi kapatırız, açılır… Bu durumdan kurtulmak için dualar ederiz, ağlamaklıyızdır, bir yandan da sırıtırız… Ve vardır bunun bir çözümü… “O”… Eğer şu an burada, normalde en mutlu olduğumuz yer olan evimizde olmasaydık, yanında olmak isteyeceğimiz kişidir “O”… Bütün bu yapılan saçmalıkların sebebi olan da “O”dur… Ama tek düşündüğümüz, bir an önce gelip bizi bu durumdan kurtarmasıdır… Neden böyle davrandığımızı çok iyi biliyoruzdur aslında ama kendimizi bu şekilde görmek tuhaf geldiğinden, sebep ararız kafamızda bir yerlerde… Ama sebep kafamızda değildir bunu da biliriz… Telefon hep elimizdedir, aramak isteriz ama yapamayız, bir şey engeller bunu yapmamızı… Yoksa bencillik yapıp “O”nun aramasını mı bekliyoruzdur? Belki de… Telefon çalar ve arayanın ondan başkası olması olasılığı aklımızın ucundan geçmemiştir, yıkılırız… En sevdiğimiz arkadaşımız da olsa telefonun diğer ucundaki, bir an önce kapatmanın yollarını ararız, bu yolun da hangi kelimelerden geçtiğini bulamayız ve konuşma uzadıkça bu esnada onun aradığı ve ulaşamadığı düşüncesine kapılırız… Gözlerimizi telefona, dışarıdan bakılsa komik sayılabilecek şekilde diktiğimiz sırada kapı çalar… Ama biz telefon beklemekteyizdir… Kapının arkasındaki kişinin, bugün bizimle aynı saçmalıkları yaşamış olan biri olacağını düşünmemişizdir, hazırlıksızızdır, saçımızın bir kısmı havadadır, iç çamaşırımızın sökülmüş kısmından ipler sarkmaktadır ve açarız kapıyı o halde… Hayır olamaz! Böyle bir karşılaşma hiç hayal etmemiştik ki biz… Bir şeyler geveleriz, ama o anlar anlaşılmaz cümlelerimizi… Gün bitince aşka teşekkür ederiz; kurtarmıştır bizi bu karmaşık saçmalıklardan… Ve gece başlamıştır teşekkürümüzün ardından… Sarılırız aşka sımsıkı… Sonra aşkı çekeriz içimize ve tutarız nefesimizi sonsuza dek…

7 YoRuM:

Adsız dedi ki...

çok hoş bir yazı olmuş yüreğine emeğine sağlık

efsa dedi ki...

off bırak gelmesini bir telefona bile razı olduğumuz anlar oluyor. ama elimize kalan hiçbişiy yok :( yani elime...

beenmaya dedi ki...

keşke hep öyle içimizde kalsa bir nefesmişcesine çektiğimiz gibi...

bariisss dedi ki...

/DIAGONAL/: Teşekkürler...

/efsa/: Umutsuz olmamak lazım... Bazen gerçekleşmeyecek olsa bile rahatlatabiliyor insanı umutlar...

/beenmaya/: Keşke... Ama tuttuğumuz nefesimizi bırakınca, o da uçup gidebiliyor ne yazık ki...

e.d. dedi ki...

oyyy ne kadar aşk dolu bi yazı olmuş :)

ama aşkın bizi mutlu etmesi gerekirken, bu kadar karamsarlık ve perişanlık ne diye!? :)

bariisss dedi ki...

/e.d./ beni okuyor isen eğer karamsarlığıma alışmalısın :D

Adsız dedi ki...

Güzel Yazı Olmuş,