2 Tem 2008


Bir bardak…
Kısa ve dar…
Bir de boş…

Böyleydi anlatmaya başlayacağım o sadeliklerle dolu, içi boş şey… Ama öncelerde…

Bir gün birisi geldi bardağın karanlıklarla bezeli odasına… Aşk kattı içine… Ve bardağa ilk giren şey o oldu… Ardından odadaki koltuğa, davetli biri olarak oturdu… Ertesi gün biraz acı ekledi… Sonra seyretmek istedi ve oturdu eski yerine… Bardağın gözyaşlarıyla taştığını görüp bir anda pencereden atlayıp gitti…

Günler sonra pencereden içeriye dolan güneş kuruttu taşan damlaları…

Açık pencereden tırmanmaya çabalayan biri oldu… İçeri attığı ilk adımda gözüne ilk çarpan masadan düşmek üzere olan garip cisimlerle dolu o şey oldu… Önce güzelce sağlam bir yere yerleştirip o da aşk kırıntıları koydu içine… Yanlış karışım sebebiyle içindekilerin uçuşmasına benzeyen bir görüntüyle bir önceki gibi gözyaşları doldurdu masanın her noktasını… Kayboldu o da…

Güneş gözyaşlarını yok etti ama içindeki aşk parçacıkları kuruyup taş kesildiler, üzerine geleceklere karşı dirençli olabileceklerdi böylelikle…

Çıkan fırtına bardağı sallarken çıkageldi yeni bir misafir… Davetsizdi ama o… Aşk kattı diğerleri gibi o da… Ama bu kez çiçekler açmaya başladı kurumuş parçaların üzerinde… Her taraf kaplanıyordu güzelliklerle… Kaplanıyordu ki kış geldi… Ne güneş ne de su vardı… Soldu o çiçekler…

Şimdi bardağın etrafı topraklarla kaplı…
İçindeki sert parçalar halen durmaktalar…
Rüzgar güçsüz şimdi onun karşısında…

İçine bir şeyler eklemek için de toprağa çiçekler ekmek gerekiyor… Açması için de baharın gelmesi… Sonra çiçeklerle beraber bardak da açılıyor…
Taşanlarda boğulabilirsin… Mutluluk veya acı… İkisi de olabilir… Ölüm; Mutluluk yutarak… Acı çekerek…

0 YoRuM: